20111220

Ehelele bakın bakın çok güzel bişey oldu!
Bu gençler 20 ocak'ta yanıma geliyoooeheleleyoor.
Onları çok seviyorum. O yüzden öncelikle onlara kocaman sarılıp, kocaman öpücem. Sonralıkla onları 1 hafta boyunca en güzelli yerlere götürüp, en lezzetli yemekleri yediricem. Sonra en komikli esprilerimi yapıp onları güldürücem. Sonra tekrar yemek yediricem. Daha sonra burdaki sevdiğim arkadaşlarımla tanıştırıcam. Çünkü, bilirsiniz, en yakın arkadaşınla diğer en yakın arkadaşın, en yakın arkadaşlar oluncaa, bilmiyorum, hayat daha güzel oluyor. Daha sonra, tekrar öpücem ve çok güzelli fotoğraflarını çekicem. Burda en sevdiğim, en havalı yerlere götürücem. Daha sonra tekrar sarılıcam, sonraa, tekrar tekrar... En çok sarılıcam. Çünkü onları gerçekten çok özledim. Ve ben, en çok özlediklerime hep sarılırım. O yüzden onlara baya bi sarılıcam. Ve öpücem.

20111210

Geçen seneki projeli zamanlarımda o kadar çok yorulmuşum ki, sanki hala o yorgunlukları üzerimden atmak istermiş gibi hiçbir şey yapmıyorum. Hazirandan bu yana nerdeyse 5 ay oldu. En son 5 ay önce çalıştığımı düşünecek olursak ben gerçekten tembelliğin dibine vurdum! Projeli zamanlarda nasıl o kadar çalışıyormuşum, şimdi o kadar uzak geliyor ki... Türkiye'deki arkadaşlarımın pazartesi yine jürisi var. Deli gibi çalışıyorlar. O zor projeli zamanlardan sonra nasıl kendilerine gelip tekrar çalışmaya başladılar anlayamadım. Şu anda burda olmasaydım, evimde odamda ağlaya ağlaya maketler, çizimler yapıyor olacaktım. Ama şu anda haftada 2 gün okulum var. Okulda önünde feysbuk, youtube açılı bilgisayarlarla dolu insanlar var. Arada beslenme çantalarından makarna ve salata çıkarıp yiyorlar ve akşama doğru evlerine gidiyorlar. Bazen öğrenci mi hoca mı olduğu belli olmayan hocalar gelip, oturacak yer bulamayınca yere oturup bir iki ders anlatıp gidiyorlar. Şu anda böyle bir okul hayatım var. Bence evren geçen sene 2 senelik çalıştığımı gördüğü için bana ödül veriyor. Başka bir açıklaması olamaz bu olayın.

20111108

bayram sevinci.

Arkadaşım Olgay'la Genova'da bayram yaşamazsak olmaz dedik ve bayram sabahı bayramlıklarımızı giyip ve ispanyol ve şilili ev arkadaşlarımı kapıp teker teker burda tanıdığımız kişilerin evine bayram ziyaretine gitmeye karar verdik. 5 kişi başladığımız bayram ziyaretlerimiz gittiğimiz her evdeki türkleri ve italyan, taylandlı, çinli, portekizli ev arkadaşlarını yanımıza almamızla yaklaşık 25 kişiyle sonlandı. Biz Türkiye'de bile bu kadar ev gezmediğimizi anlatırken yabancılar yarın da bayram yapılacak mı diye sorup 'iyi bayramlar' demesini öğreniyorlardı. Günün sonunda Genova'nın Türk kebapçısından kebap alıp, yediğimiz et sanki kurban etiymiş gibi davrandık. Kebaplarımızı yerken Şilili karşimiz çok kalabalık olduğumuzu ve herkesin ayağa kalkıp ismini, nerden geldiğini, yaşını, ne okuduğunu söyleyerek kendisini tanıtması gerektiğini söyledi. Aslında tek istediği o gün tanıştıp hoşlandığı türk karşimizin yaşını öğrenmekti. Daha sonra olaylar Yetenek Sizsiniz Genova'ya doğru gitmeye başladı. Değişik dans stili olan Altan karşimiz yoğun ısrarlardan sonra değişik dans stilini bizimle paylaştı, onu taklit eden portekizli karşimiz ve kendine has stili olan diğer şilili karşim de danslarını sergiledikten sonra 3 patates çevirme gösterisi ve olaylar tam karadenizli karşimiz Olgay'ın kolbastısına doğru giderken bunlara bir son vermemiz gerektiğine karar verip dağıldık.

Yağmurlu, selli Genova'da günlerdir dışarı çıkma yasağı varken ve dışarı çıkamazken ve dünyanın en kapalı bayram sabahına uyanmışken günümüz bayram bayram böylece şenlenmiş oldu, çok iyi oldu çok da güzel oldu. Burayı seviyorum ben.

20111011

sakarlıklar

Merhaba.

Bu eve taşınalı 3 hafta oldu. Evin ilk bulaşığını yıkarken kırdığım koca bi kavanozdan sonra, birkaç gün önce evin antikalarından saydığımız büyük, içi çiçek dolu pembe vazoyu kırdım. Pembe vazoyu kırdıktan sonra sevindiğimiz şey, pembe vazonun altındaki antika sehpanın sağlam olmasıydı -çünkü onun devrilme anını görüp antika sehpayı tutmuştum!- Ve yere, -nasıl oldu hiç anlayamadık- hiç toprak dökülmemişti. Ve tekrar -nasıl oldu anlayamadık- çiçekler hala vazonun içindeydi! Ya bu evde gizemli şeyler oluyordu -çünkü çiçekler hala vazonun içindeydi ama aynı zamanda yerde kırılmış bir vazo vardı- ya da çiçekleri iki tane vazonun içine koymuş bir ev sahibimiz vardı. Kırılan vazonun içte mi dışta mı olduğunu tartışırken ben, hedefimin gittikçe büyüdüğünü farkediyordum. Ev sahibi akıllı kadındı. Ben bu sakarlıklara devam edersem eşyalarının azaldığını farkedecekti ve ben evde bir şeyler kıran tek kişiydim. Kesin başıma bir iş gelecekti. Kendimi toparlamalıydım. Girişteki dolapta duran fincan takımından çok korkuyordum. O tarafa genelde gitmiyordum. Öbür taraftan odalara giriyordum. Eksikliği farkedilirdi, en çok ondan korkuyordum; ama korkmam gereken daha başka şeyler varmış.... Ayrıca oturduğum sandalyede de bi bozukluk vardı. Sanki alttan bir parçası önceden olmadığı bir yere kaymış... Nasıl oldu bilmiyorum. Ben tabaklardan, fincan takımlarından ve antika kaplardan, şamdanlardan -çünkü tanrım ev ıvır zıvır dolu- kaçarken, evin kırılabilecek en büyük parçasını kıracağımı bilmiyordum. KAPIYI! Demin arkadaşımı evden uğurlamıştım ki -çünkü bilirsiniz maalesef türkler misafirini kapıya kadar geçirir- kapıyı kapattım. Ama o da nesi. Kapı kapanmıyor! İttiriyorum ittiriyorum yok! Şimdi gel de ev arkadaşlarına söyle kapıyı kırdım, gecenin bu vakti kapanmıyor diye. Üstelik bikaç gün önce de vazoyu kırmışım. O may gad o may gad diye bağrışarak sorunu çözdük. Nasıl olduğunu yine anlayamadım ama kapının dışından bir parçayı kırmışım, resmen boylu boyunca yerinden çıkmış parça. Ancak dışardan birisi o parçayı kapı ağzından çekince kapanıyor. O parçayla oynayınca bu sefer içteki parça elimde kaldı! O da yarısına kadar çıktı. Ben işlerin bu hale nasıl geldiğini düşünürken, ispanyol karşimiz akıllı çıktı da koca selobantla parçaları yapıştırdı. Artık kapımız kapanıyor. Bundan sonra kıracak daha büyük bir şey yok sanırım, o yüzden rahatım. Ama ev sahibi kesin o bantları görücek! OF

20111009

prenses

Teyzesi küçükken Kız'ı hep prenses'im diye çağırırdı. Uzun ve dalgalı saçları, yumuşak ve sessiz ses tonu, kibar ve sakin hareketleri, teyzesine hep bir prensesi andırırdı. Küçük Kız o zamanlar bir prenses olmadığını biliyordu; ama büyüyünce kesinlikle bir prensese dönüşecekti.
O gün Kız, yanında ne konuştuğunu bilmediği 2 kızla daha önce hiç gitmediği ama hep duyduğu büyük Şehre gitmişti. Bu büyük Şehirde yine ne konuştuğunu anlayamadığı 2 kızla tanıştı. Birini çok sevdi Kız, diğerini sevmedi. Sevdiği kızın fotoğraf makinesinin kapağını çok fıskiyeli havuza düşürdü, hemen kendisininkini çıkarıp, sevdiği kıza verdi. Çünkü fotoğraf makineleri aynıydı. Sevdiği kız kabul etmedi, ama gülümsedi, o da onu seviyordu. Artık o kızın konuştuklarını anlayabiliyordu. Hiç durmadan hızlı hızlı konuşurken Kız, çok heyecanlanıp sevmediği kızın birasının üzerine oturdu. Tüm poposu bira olmuştu. Üstelik üzerinde sarı bir pantalon vardı. Sevmediği kız bi, çok fıskiyeli havuza düşen bira bardağına, bi de Kız'a sevmemeli bakışlar atarken, sevdiği kız bi sarı pantalonun poposuna, bi de Kız'a kahkahalı bakışlar atıyordu. Kız da bi arkasını dönüp artık sarı olmayan poposuna bakmaya çalışıyor, bi sevmediği kıza üzüntülü bakışlar atıyor, bi yandan da sevdiği kızla kahkahalar atıyordu. Daha sonra, bu büyük Şehrin yüksek bi binasının çatı katında yaşayan sevdiği kızın evine gittiler hep birlikte. Evden gözüken büyük çan kulesi bir kez gong edinceye kadar oturdular. Kız, sevdiği kızın saç kurutma makinesiyle poposunu kurutmuş olmasına rağmen, hala üşüyordu. Ama artık yavaş yavaş ne konuştuklarını anlamaya başlamıştı. Evet, poposu üşüyordu; ama kız mutluydu. Çatı katından büyük Şehre bakarken, yavaş yavaş prensese dönüştüğünü düşündü. Poposunda bira olduğunu düşünmemeye çalışıyordu; çünkü prenseslerin asla biralı popoları olmazdı. Ama saçları hala dalgalıydı, yumuşak bir ses tonu ve kibar hareketleri vardı. Büyük çan kulesi bir kez gong edince sevdiği kızla sarılıp ayrıldılar, her şey için teşekkür ettiler. Büyük Şehrin büyük karanlığında yürürken ve yanındaki kızların söylediklerini artık anlarken, Kız prensesliğe hiç bu kadar yaklaşmadığını düşünüyordu. Ertesi sabah bir prenses olarak uyanacağından o kadar emindi ki! Neredeyse teyzesini arayıp müjdeli haberi verecekti.
Sabah oldu, Kız gözlerini açtı ve prenses değildi -çünkü tanrı aşkına prensesler 6 kişilik odalarda uyanmazlardı!- ama hala mutluydu. Birgün prenses olacağını biliyordu ve o gün de, büyük Şehrin büyük bir müzesinde kitaplarla dolu büyük odada bunun için elinden geleni yapmaya devam etti.


20110928

İsa'nın ruhu

Doğum günüm böyle geçti. Birlikte kaldığım kızlar şeker. Birsürülü şeyler hazırlamışlar.
Alıştım ben buraya. Günlerim 4-5 tane şilili kızla beraber takılarak geçiyor. Birlikte Şili ispanyolcası öğreniyoruz. Mesela her şeyin sonuna "po" ekliyorlarmış. Merhaba po, bilmiyorum po, tamam po. tinki vinki dibsy lala po. eheleley.
Onlar da türkçe öğrenmeye çalışıyor. Doğum günümden önceki gün google dan doğum günün kutlu olsun demeyi öğrenmişler. Teker teker yanıma gelip, "douomgounugutsun" dediler. Ben her seferinde, "hı???" dedim, sonra "whatever, happy birthdayy!!" deyip gülüştüler. İtalyanca dersleri başladı. Onlara gidiyoruz. Hoca sürekli öksürüyor. Ama şu şekilde: "öhöhö hııııııııııııı öhöhöh hıııııııııııı" İlk başta korktum, ölüyor sandım. Gerçekten ciddi anlamda nefes alamıyor kadın öksürürken. Ama öksürdükten hemen sonra gülmeye başlıyor. Garip bi kadın. Öksürmediği zamanlarda sürekli gülüyor. O öksürürken de biz gülüyoruz. Çünkü, tanrım! Çok komik öksürüyor! Biz gülünce de bize söz veriyor. Sonra gülmeden okumaya çalışıyoruz. Kızlar okuyabiliyor, ama ben. Ben yine gülüyorum.



Bu haftasonu da Milano'ya gittik. Milano'ya gidince Genova'nın nasıl da küçük bir şehir olduğunu anladım. Sadece 5 metro durağı olan bi şehirde yaşıyorum. Milano'nun metro durakları birbirine dolanmış durumda. Çok kalabalık, ama sokaklarda sürekli bi hareket bi heyecan bi olay var. Ya bedava çikolata dağıtılıyor, ya travestiler ellerine mikrofon alıp insanları eğlendiriyor, başka bi yerde kameraya iki sunucu konuşup bir şeyler anlatıyor, öbür tarafta yoldan geçen kızlara bedava makyaj yapılıyor. Hiç sıkılmazsınız Milano'da. Ama biz ilk günden küçük, mütevazi, renkli ve ucuz Genova'mızı özledik. Dünyanın en güzel krepleri Milano'da değil de Genova'da olsaydı Genova'da yaşamayı tercih ederdim. Pazar sabahı da bu gördüğünüz kilisede pazar ayini vardı. Ona katıldık. Ayinin sonunda herkes papazın yanına gitmeye başladı sırayla. Baktım ev arkadaşım gidiyor, ben de gideyim dedim. Kız papazın yanına gitti, bi baktım ağzını açıyor, papaz da içine bişey koyuyor! Lan dedim, o ne öyle, sıra da bana geldi, şimdi dönsem dönemem, gitsem bi türlü, hay allam betül ne kalkıyosan yerinden. Gittim, açtım ağzımı ben de, yuvarlak kağıt gibi bişey koydu. Bi süre yutamadım, ağzım dolu koca kilisede yerime dönerken 'bu nee bu ne' diyip duruyordum. Meğersem İsa'nın ruhuymuş. İsa'nın ruhunu yedin deyip gülüştüler.

Dün evde menemen yaptım. Onu yedik. Şimdi de cornflakes'li tavuk yapıcam. Onlar omletli pilav yaparlarsa, ben de cornflakes'li tavuk yaparım. nihaha

20110921

sonunda erasmus

Merhaba.
Ne dicem. Genova'nın gerçekten de rengarenk evleri varmış!! Ve genova'da yaşayanlar bunun farkında değil. Gri Ankara'da yaşasalardı eğer, evlerinin renkli olduğunu farkedebilirlerdi.
8 kişilik odalarda 3 gece kaldım. En fazla 3 kişiydik. İlk gece daha sonra rus olduğunu öğrendiğim fransız kızla kaldım. İkinci gece tek başına dünya turuna çıkmış isveçli kızla kaldım. Üçüncü gece de iki tane bulgar kızla kaldım. Kapıyı her açtığımda odamda değişikli biri vardı.
Şimdi de bi ispanyol ve bi şilili kızla tuttuğum 4 odalı evde yaşıyorum. Haftaya bi ispanyol daha gelicek. Bunlar aralarında sürekli ispanyolca konuşuyolar. Sanırım ispanyolca öğrenicem. Kızlar şeker. Şilili kızın 2 şilili arkadaşı var. Bi tanesinin ismi mandalina! Ehehehe. Çok komik kız. İsmi de komik.
Ne biliyim. Garip şeyler oluyo burda. Geçen gün evde beraber oryantal dans öğreniyoduk. Bi tanesi çok iyi biliyomuş, bize öğretiyodu. Diğerinin ananesi ve annesi falcıymış. Şimdi de kız öğreniyomuş. Tarot falı bakıyodu. Omletli pilav filan pişirdiler. Omletli pilav olur mu hiç. Ya omlet olur, ya pilav olur. Teallam.
Ayrıca İtalyanlar çok sıcakkanlı. Yolda bi adresi sorduğumda elimden tutup götürücek gibiler. Zaten günde 2 saat çalışıyorlar. 2 saat ne ya?? Benim bildiğim öğlen 2 saat yemek arası, mola filan verilir. Nereye gitsem kapalı. Dükkanlar hep kapalı! Anca yemek yiyolar. Çok rahatlar, çok.
Yarın doğum günüm. Bu evde doğum günülü bi bardak var. Yarın tüm gün onu kullanıcam.
İspanyol kız çok yemek yiyor. OF. Ben ömrümde bu kadar yemek yiyen birini görmedim. Babamdan bile çok yiyor. Dünyayı yiyor. Sonra da bana sen çok az yiyorsun, ay ne kadar az yiyorsun diyor. Ayrıca tükenmez kalem kullanınca tüm parmakları ve suratı kalem oluyor. Her tarafı ama görmelisiniz. Çok komik. Hep öyle oluyormuş.
Şimdi yemek yicem. Omletli pilav. 3 gündür omletli pilav yiyoruz. Bitmedi bi türlü. Omletli pilav biter mi ya. Ciao!!

20110907

haftaya bugün.


Haftaya bugün bu üniversitede takılıyor olacağım. Burdan böyle bakınca havalı gözüküyor. Ben, 'yareppim dinimiz amin' diye saçlarım dağınık bir şekilde, gözlerimde yaşlarla bir sağa bir sola koştururken bu havalı binanın havasını bi derece bozabilirim belki. Ama kaybolan mor bağcıklı kırmızı ayakkabılarımı bugün bulduğuma göre! onları giyip havama hava katabilirim. Evet kesinlikle onları giymeliyim, elimdeki en havalı ayakkabı o.





Haftaya bugünün gecesini 8 (sekiz) kişilik odamda geçireceğim!! Evet sarı demirli yataklarımız olabilir ama, renkli renkli bi yemek yeme yerimiz ve söylenenlere göre harika bir manzaramız ve çok yardımcı olan otel görevlilerimiz varmış.
Ama bunlar yine de odanın sekiz kişilik olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Neyse ki bu şirin yer geçici konaklama yerim. Umarım yani.






Haftaya bugün, bu renkli ve güzel şehirde olacağım. 20. yaşımın ilk yarısını burada geçireceğim. Gittikten bir hafta sonra doğum günüm olacak. Belki biraz yalnız kutlayacağım belki yepyeni arkadaşlarımla kutlayacağım, bilmiyorum. Tek istediğim, umarım beş ay boyunca her şey çok güzel olur. Umarım çok iyi insanlarla tanışırım ve çok güzel yemekler yerim.

20110830

havada bulut.


Merhaba.
B&B Production yine iş başında.
Ablamla çektiğimiz ilk stop-motion filmimiz.
Vermek istediği mesaj çok açık: "Güneş her zaman ordadır."
İyi seyirler efenim.

20110829

cesur şirin

14 eylül'de İtalya'ya gidiyorum. İtalya'ya gitmenin bu kadar zor olacağını bilseydim, gitmeyi bir kez daha düşünebilirdim. Ama yine gitmeye karar verirdim büyük ihtimal. Evet, 14'ünde İtalya'ya gidiyorum ama henüz vizem yok. Hesaplamalarıma göre gitmeden 4 gün önceye kadar da olamayacak. Niye? Çünkü koskoca 9 günlük bir bayram tatili var!! İnsanlar bayram yaparken ben burada sıkıntıdan tırnak etlerimi ve dudaklarımı yemeye başladım. Sevgili idata çalışanı (ismini vermicem, çünkü blogum accayip popüler olduğu için okuyup üzülebilir.) bayan m.a, hangi günler çalışıldığını bilmediği için vizemi alamaz duruma geldim.
Genova'nın bitmek bilmez sorunlarının üzerine şimdi de idata'nın bitmek bilmez istekleri ve sorunları eklendi. Genova'yı rengarenk evlerle dolu olduğundan dolayı affedebilirim, ama idata'yı affedebilir miyim, bilmiyorum.
Neredeyse 2 hafta kaldı gitmeme, ama işler hala çok esrarengiz. Nerede kalacağımı bilmiyorum, hangi dersleri alacağımı bilmiyorum, yanımda neler götürmem gerektiğini bilmiyorum, uçaktan inip nereye gitmem gerektiğini bilmiyorum, dersler italyanca, doğru düzgün italyanca bilmiyorum! Zaten uçaktan da korkuyorum. Of!
Öyle ya da böyle, bu dönem Genova'da okuyacağım. Bu haftaya kadar bununla ilgili mutluluk dışında bir şey hissetmiyordum, ama artık biraz tedirgin olmaya başladım. Bunun babannemin bir süredir bizde kalmasıyla da bir ilgisi olabilir tabii. Her gün 3. sayfa haberleri okuyup, "Aman betül, bak hele bak neler yapıyolar!! Sakın kimseyle konuşma! Aman dışarıdan bişey içme, bişey koyuverirler içine, belli mi olur!! Kandırıverirler seni. 2 tane arkadaşın olsun, yeter! Bir tek onlarla konuş!"
Hele bi vizemi alayım, gideyim, bir hafta filan geçsin, her şey gayet iyi olucak bence. Kötü olsa bile rengarenk evlere bakıp, burada ne kadar olmak istediğimi hatırlayıp, mutlu olurum ben yine. Sonuç olarak, içimde sadece birtutammavi var. Fazlası zararlı. Ama yine de ben cesur şirin'in dediğini orda da unutmayacağım: "Her zaman mavi'ye oyna!"

20110812

güçlü şirin ve iyor

Geçen gün iyor, pampası güçlü şirin'i alıp bizi şantiyede ziyaret etti.










20110810

holga'lı staj


Merhaba. 5 haftam bu makinenin altında geçti.
Temmuz ayımı Ankara'nın sıcağında haftaiçi her sabah erken kalkarak geçirdim. Üstelik sevgili hiçbi zaman zamanında gelmeyen otobüsüm 122'yi bekledim her gün. Amelelik yaptığım için olduğum 3. derece amele yanıklarımdan da bahsetmek olmaz tabii. Ama şikayetçi miyim? YOO! Çok eğlenceli bi stajdı.
Son haftada yediğim azarlarla birlikte çok eğlendim.




Hep beraber buralarda takıldık.












Ayrıca ablam, beni gökyüzünde göstermeli
çekebilen fotoğraf makinesi aldı bana sonunda. O çok iyi bi kız. Bana hediyeler alıyor. Üstelik makinem kenarlarını kendiliğinden karartıyor. Ne kadar havalı bi makine, baksanıza!



20110719

Şu sıralar kendimi, kafamda saçımı neresine sokacağımı bilemediğim, büyük beyaz bir baretle, büyük bir inşaatın ortasında, başka beyaz baretli ve turuncu yelekli insanlarla, bir oraya bir buraya giderken buluyorum. Yeşil yelekliler sürekli bize bir şeyler anlatıyorlar, biz öğrenmeye çalışıyoruz. Çok hızlı yazıyoruz. Yürürken yazmaya çalıştığım için yerdeki taşlara takılıyorum hep. Yere baksam önümdekilere çarpıyorum. Önüme baksam yerdeki çivilere basıyorum. Yanlara baksam, hem önümdekine çarpıyorum, hem yerdeki taşlara ve çivilere basıyorum. Nereye baksam bilemiyorum.
Ben sabah erken kalkıyorum. Çünkü staj yapıyorum. Şantiye de eve uzak. Ayrıca kablo bozuk. Sabah müzik dinleyemiyorum. Yol bitmiyor. Çok uykum oluyor.
Yeşil yelekliler çok hızlı konuşuyor. Bazen birbirlerine bağırıyorlar. Biz not almaya çalışıyoruz. Hava gerçekten çok sıcak. Sürekli dışarıdayız. Sürekli yanıyoruz. Yüzümdeki çiller sürekli artıyor.
Evler çok yüksek. 30. kattan aşağısını bi görseniz. Ben görmedim. Bakmadım çünkü. Bakılmaz oraya. Biraz korkunç. Baksam başım dönecek gibi olur kesin. Ondan bakmam. Başım dönsün istemem.
Bugün hapşurdum. Az daha kafamdaki baret düşüyordu. Çok güldüm. Ama içimden. Çünkü yeşil yelekli biri bir şey anlatıyordu. Öyle şiddetli hapşurmuşum ki. Baret ben hapşurunca düşecek gibi oldu. Çok komikti. Belki yarın bir daha hapşururum.

20110701

kırmızı bağcıklı mor ayakkabılarım

Çiçekli ayakkabılarımın olmasını çok istemiştim. Kırmızı bağcıklı mor ayakkabılarım yerine hep çiçekli ayakkabı giymek istemiştim. Kırmızı bağcıklı mor ayakkabılarım çiçeksiz diye onları sevmiyordum. Giymek istemiyordum. Yolda bazen ayakkabılarıma bakıyordum. Keşke diyordum, keşke. bunların yerine çiçekli ayakkabılarım olsa... Üzülüyordum. Çiçekli ayakkabılarım yok diye kırmızı bağcıklı mor ayakkabıma sinirleniyordum. Sanki onun bir suçu varmış gibi...

Şimdi. Sağıma bakıyorum, soluma bakıyorum. Yatağımın altına bakıyorum. Teyzemi arıyorum. Anneme söylüyorum. Kırmızı bağcıklı mor ayakkabılarım yok. Çantalara bakıyorum. Çekmecelere bakıyorum. Hepimiz kırmızı bağcıklı mor ayakkabımı arıyoruz. YOK. Bulamıyoruz. Ayakkabılı anılar geliyor gözümün önüne. 'Ay', demişti birisi ayakkabılarıma bakıp, 'sen ne garip bi kızsın.' 'Bu kızın ayakkabıları çok güzel lan! Nerden buluyorsun bunları böyle!' demişti başka birisi. Kırmızı bağcıklı mor ayakkabılarım bana çok iyi davranmıştı. Bense ona haksızlık etmiştim. Çiçekli ayakkabıları daha çok sevmiştim. Şimdi ikisi de yok.

Kırmızı bağcıklı mor ayakkabılarım bana kızmış, ondan gitmiş sanırım. Geri gelsin. Çiçekli ayakkabı istemiyorum artık. :(((

20110617

gökçe'nin annesi

Merhaba. Bugün gökçe'nin annesinden azar yedim. Olaylar şöyle gelişti. Her şey bi pazar sabahı başlamıştı.

İki hafta önce, jüri için tam gaz hazırlanırken, guaj boyanın altından bir türlü kalkamadığımı farkettim. Gökçe iyi guaj boya yapar. Onlarda kalmaya karar verdim. Birlikte tüm gece guaj boya yaptık. Gökçelerle aynı muhitte otururuz. Saat sabah 6 oldu. Gökçe'nin uykusu geldi. Evet, gökçelerle aynı muhitte otururuz; ama ben oradan eve nasıl döneceğimi bilemem. Gökçe yattı. Ben eve nasıl döneceğimi düşünürken hele bi dışarı çıkayım, bulurum bir yol dedim. Saat sabah 7 sularıydı. Usulca, tüm ev uyurken, eşyalarımı topladım ve kapıyı açıp, çıktım. Bakkal amcaya otobüs geçer mi dedim. Bu saatte geçmez dedi. Taksi var mı dedim. Şu numarayı ara, gelir dedi. Fakat benim kontürüm yoktu. Param da yetmezdi zaten büyük ihtimal. Başımı eğdim. Hele bi yürümeye başlayayım, bi taksi bi otobüs görürüm dedim. Gelirken nereden geldiğimizi hatırlamaya çalıştım ve kaptırıp o tarafa doğru yürümeye başladım. Elimde üç büyük poşet ve bir büyük resim çantasıyla yollara koyuldum. Tüm gece guaj boya yapmama rağmen çok zindeydim. Hava çok güzeldi. Nefes alıyodum, veriyodum. Etrafta kimse yoktu. Dımdızlak, ellerimde poşetler, yürüyüp duruyordum. EVET. O gün pazar günüydü. Jüriden önceki gün. İşler yetişmiyordu, ben nefes alıyordum. Hava güzeldi. Hemen eve gidip çalışmalıydım. Fakat. FAKAT. Etrafta gerçekten kimse yoktu! Ne bir taksi, ne bir otobüs. Ben yürüyordum. Hala zindeydim. O sırada bizim ordaki bi alışveriş merkezine gelmişim. Oooo dedim. Buraya kadar iyi gelmişim. Kaç dakika yürüdüm bilmiyorum. Saatime baktım. 8e geliyor. Yürümeye devam ettim. Taksi yok. Yürürken düşünüyordum. İlkokulda, bu alışveriş merkezinden eve kadar annemle yürüdüğümüz gün aklıma geldi. Bi keresinde yürümüştük. Niye yürümüştük bilmiyorum. Benim o günkü kafaya sahiptik herhalde. Hele biraz daha yürüyeyim bi taksiye binerim sonra diye düşündüm, hem param burdan sonrasına yeterdi. Fakat o da ne. Bu alışveriş merkezi bizim eve uzakmış. Yürü yürü yolun sonu gözükmüyor. Ben yolda hala dımdızlağım. Ellerimdeki poşetler gittikçe ağırlaşıyor. Sonra birden kafama dank etti. Lan betül dedim. SEN SALAK MISIN! Bu hal ve tavırların ne. Kendine gel. Günlerdir uyumuyosun, zaten yorgunsun, bi de kalkmış sabahın vakti gezintiye çıkmış gibi kaptırmış yürüyosun. Olcak şey değil. Neyse eve az kaldı. Biraz daha yürü, hala zindesin, çalışırsın eve gidince. Sakinleşiyorum yavaş yavaş. O sırada yanımda bir hareketlilik, bir araba sesi, döndüm baktım. Taksi! Ay diyorum, neyse. Nasılsa az kald..... Taksi gidiyor. LAN! diyorum. Sen hakkaten salaksın betül. Hakkaten yani. Neyse. Hala zindeyim. Çalışırım. İyi oldu uyumadığım. Yapacak çok iş var daha. Ev uzaklardan gözüküyor. Arkada buğulu gökyüzü, evin silüeti. Ev gerçekten güzel gözüküyor ve o sırada kafama tekrar başka bir şey dank ediyor. OHA betül. Gökçelerden buraya yürüdün resmen. Kafan bugün çok güzelmiş. Tam yürümelik günü bulmuşsun. Çok mantıklı oldu bu, aferim. Eve varıyorum. Herkes uyuyor. Saat 8 buçuk. Artık zinde değilim. Ben de uyuyorum.

Bugün gökçe'nin annesinden azar yedim.
"Sen" dedi, "Evden kaçmışsın o gün! Sabah kalktık yoksun!"
"Eheh, evet, eve gidip çalışayım dedim de..."
"Aşkolsun. Hiç oldu mu, uyusaydın keşke."
"Eheh, olsun... teşekkür ede......"
"Nasıl gittin? Annen almıştır heralde. Kaç gibi gittin?"
"Eheh, 7 gibi çıkmıştım sanırım, tam saate bakmamış....."
"Aaaa o saatte otobüs de olmaz!!"
"Evet, eheh, yokmuş zaten."
"Olmaz tabii!! Nasıl gittin? Anneni mi aradın? Taksi de olmaz çünkü."
"Yok taksi varmış da, benim kontürüm yoktu ehehehehehe."
"Bak şimdi! Nasıl gittin peki? Burdan arasaydın keşke."
"Eheh olsun hava güzeldi."
"Hıı, nasıl gittin peki? Annen mi geldi?"
"Eheh. Taksi varmış... Otobüs yokmuş. Bakkala sordum da.. Şey. eheh. ben. şey yürüdüm."
"NEEEE!! Nasıl yürüdün!!"
"Hava güzeldi. Öyle biraz yürüyeyim demiştim. Eheh."
"Nasıl yürünür kızım burdan orayaa!!"
"Öyle şey kaptırıp gitmişim."
"Ay biz de dedik annesi almıştır herhalde! Nasıl yürünür kızım! Aaaaa o kadar yorgunlukta!"
"Eheh olsun. İyi oldu, açıldım, hava güzeldi."
"Aaaa, SEN ÇOK BÜYÜK HATA ETMİŞSİN BETÜL! Burda uyumalıydın!! Hiç olucak iş mi!?! Cık cık. Hata etmişsin, olmaz. Çok kötü."
"Eheh."

Gökçe'nin annesi öğretmen. Sert kadın vesselem.

20110610

tıfıl

bugün tıfıl'a gittik. son sınıfların kep atma töreni vardı. hazırlanıyorlardı, aynı bizim hazırlandığımız yerde. bizim üstümüzdeki cüppelerle. aynı bizim telaşımızla.
o günü hatırladım, o kadar güzeldi ki.

12 yılımı orda geçirmiştim. muhteşem arkadaşlarım olmuştu. bazen çok sıkılmıştım, bazen eve hiç dönmek istememiştim. son birkaç sene mezun olmayı iple çekmeye başladım. o zamanlar da özleyeceğimi çok iyi biliyordum; ama artık o kepi havaya atıp, okuldan ayrılmak istiyordum.
sonunda o gün geldi, ve ben o kadar hüzünlü o kadar hüzünlüydüm ki. 'hatırlar mısınız?' diye bir şiir okudu çok sevdiğim bir arkadaşım. ağlamaya başladım. her şeyi hatırlıyordum. yakantop oynardık hep. tuvalet tabelasını kırıp suçu arkadaşlarıma atmıştım. küçük topumuz çatıya kaçardı. berkle hep kavga ederdik. 11 yaşımızdayken elele tutuşup okuldan kaçmıştık en sevdiğim arkadaşımla. sonra aynı çocuğa aşık olduk. yakantop şampiyonu olduk. büyüdüm. çok güzel günler geçirdim. her gün sınıfımız pis olduğu için ceza alıyorduk. sabun gibi bir silgim vardı. ona kızmayın, bana kızın diyordu şaşı bakan birisi. voleybol oynarken pencereye el sallıyordu. çok şarkı söylüyorduk. powerturk dinliyorduk. çok iyi birisiyle tanıştım. elimize bant yapıştırdık. fotoğraf çekmeye başladım. çok mutluydum. beni başka sınıfa aldılar. sonra çok üzüldüm. fotoğraf çekemedim. çok iyi birisiyle küstük. ben büyüdüm. kaloriferde çay pişirdik. ergenlik kötü bişey. daha az konuştum. artık koşmuyordum. yavaş yürüyordum. başka arkadaşlarım oldu. başka müzikler dinledim. işte bu sıralarda okul bitsin istedim. powerturk dinlememek bana yaramamıştı. renkleri, bulutları tekrar sevmem için mezun olmam gerekiyordu. çok az kalmıştı zaten. o gün çok mutlu olacaktım.
ama o gün, bunları hatırlamak beni o kadar hüzünlendirdi ki. annem beni izlerken, "betül pek mutlu değil herhalde." diye düşündü. bunların hepsini aynı yerde yaşamıştım. buraya nasıl başladığımı hatırlamıyordum. ilk gün nasıldı hiç bilmiyorum. sanki anne gibi, elim gibi, kolum gibi, hep başından beri varolan bişeydi. ve o gün son gündü. o kadar özleyecektim ki. her şeyi.

mezun olalı 2 sene oldu. şimdiki okulumu da o kadar sevdim ki, tıfıl sadece eskişehir yolundan geçerken çatısını görmeye çalıştığım bi okul oldu. evet çok özlüyordum gerçekten; ama şimdiki okulumun da onun kadar iyi olduğunu, evim gibi olduğunu düşündüm, bir tuttum ikisini.
ama bugün anladım ki. tıfılda o kadar rahat hissediyorum ki kendimi. yıllarca gitmesem bile hep aynı sıcaklıkta kalıcak. ben 10 yaşımdayken annem okula gelmedi diye basbas ağlarken beni yatıştıran, sakinleştiren hocalar hep orda sarılmak için bekleyecekler. eğer 2. evim varsa, oranın başka bir yer olduğunu düşünmemeliymişim. bunu bugün anladım.

yarın ilkokul binası yıkılacak. ve ben, çok üzgünüm.

20110606

Zıplayarak uyumalı geceye geldim! Gözlerim artık kendi kendine rem uykusuna geçiyo, ama ben zıplıyorum! Öyle mutluyum. Şu anda hayat bana güzel. O kadar güzel ki. Ben zıplıyorum.
Jüri bitti. Gayet güzel bitti hem de. Bol sırıtmalı fotoğraf çekebildim. Projem bitti. Ekimden beri aynı maketle uğraşıyodum, artık onla uğraşmayacak olmak garip geliyo. Her ne kadar zorlasa da, bi aralar üçgen görmekten nefret ettirse de, yediğim yemekleri üçgen üçgen kesmeye başlatmış olsa da, projemi farklı hale o getirdi. O yüzden maketimi çok sevdim. Dönem bitti. Biraz üzülüyorum. Okulu seviyorum. Okuldaki herkesi seviyorum. Seneye erasmus'a gidecek olmak beni bazen üzüyo o yüzden. Bunları düşündükçe pek zıplamıyorum. Ama, AMA PROJE BİTTİ LAN! diye düşünüp tekrar zıplıyorum!
İkinci sınıf da birinci sınıf gibi çok hızlı geçti. Bu sene bölümün en zor senesiymiş bu proje dersi yüzünden. Hakkaten öyle. O kadar sıkıntılı, o kadar sıkıntılıydı ki. Ekimden beri sürekli bir telaş halindeydim. Hep herkesten gerideydim, çok çalışıp yetişmeye çalışıyodum ama bir türlü olmuyodu. "things are never as bad as they seem" yazan defterime bakıp ve "her şey güzel olacak" şarkısını dinleyip rahatlıyordum. Bu son haftada bana gelen rahatlık yüzünden jüriye yapmak istediklerimi yine yetiştiremedim. Ama olsun. Sürekli zamanın hızlı erimesini ve hemen bu gecenin gelmesini bekledim. Şimdi o gecedeyim, her şey bitti ve zıplıyorum. Çok havalı bi tatil geçirmeyi planlıyorum; ama öncelikle günlerce uyumalıyım. Çok zıpladım çünkü, yoruldum.


Bu da 'oha bitti lan sonunda' sırıtışım.

20110601

son yüze girdim

Merhaba. Projeli yazı yazmaya geldim.
Projem jüriye bi buçuk hafta kala bir şeye benzemeye başladı. Sanki hocalar aralarında sözleşmişler gibi hepsi bir anda beğenmeye başladı. İyi gidiyorum. Bence çok havalı bi evim var. Star Wars'a ev tasarlasam aynı bundan olur. Öyle havalı öyle havalı ki. İçinde heykeltraş bi adam yaşıyor. Tam ona göre. Çünkü adam da çok havalı. Bizim okul bahçesinde uzanarak puro içen hocamıza benziyor. Çünkü o da çok havalı. Kara sinek gelince, "Kimin bu sinek? Alın bunu burdan." diyor. Kesin benim evime benzer bir evde yaşıyor. Jüride ona, hocam dicem, size yaptım bu evi. Tam size göre. Bence inşa ettirmelisiniz. İçi de hazır. Böylece acayip para kazanıcam. Paralarımla çiçekli ayakkabılar alıcam. Aslında çiçekli ayakkabımı jüriden önce alıp, jüriye giymek istiyodum. Çünkü the kanks gökçenin özel tasarım ödüllü ayakkabıları varmış. Arkadaşlarım da çok havalıdır. Ben jüride mor bağcıklı kırmızı ayakkabı giyerken, onlar topuklu ve özel tasarımlı ayakkabılarını giyecekler. Hiç olmazsa çiçekli bi ayakkabım olsaydı, benim de biraz havam olurdu diye düşünüyorum. Ama jüriye 6 gün var ve benim çiçekli ayakkabı alacak vaktim yok. Param da yok. Eğer bir kağıda 1.40 lira veriyor ve o kağıttan 30 tane alıyorsanız, sizin de paranız kalmaz. Fotokopinin de 1.50 lira olduğunu unutmayalım. Param yok, vaktim yok ve henüz jürinin karşısında sunabileceğim tek bir paftam yok. Ki bu pafta sayısının nerden baksan bi 25 tane olması gerektiğini düşünürsek vaktim hiç yok. Peki benim bu rahatlığım?!? Ona da diyecek söz yok. Bu rahatlığımı bugünkü finale teslim etmem gereken şeylerin yarısının olmadığını gördüğümde farkettim. Teslim saatinden 10 saat önce çalışmaya başlarsam yarısını yetiştiremezdim tabii. Hemen kendimi toparlamalıydım. Jüri için etraftakilerin çoğu, işlerin büyük kısmını bitirmişken, benim elde daha sıfır vardı. Hemen çalışmalıyım dedim. Sonra, sonra bi baktım akşam olmuş. Kızdım kendime. Ceza olarak gün ağarmadan yatmayacaksın yine dedim. Bunları bunları ve bunları bitireceksin dedim. Hemen eve geldim. Ama o da ne. Ablam bilgisayarımı açık bırakmış, gitmiş. Jüriye 6 gün kaldı. Elimde henüz hazır hiçbir şey yok. Ve ben, bitmek bilmez rahatlığım sayesinde bunları yazmaya başladım. Ama iş çiçekli ayakkabıya gelince, vaktim yok! Sonra jürinin karşısına özel tasarımlı ayakkabıların yanında ben, mor bağcıklı kırmızı ayakkabımla çıkarım. İnsanlar 1 haftadır okulda uyurken benim çarşıya çıkıp çiçekli ayakkabı alacak halim yok ya. Okulu bi görseniz. Her taraf battaniye. Ben kaldığım zamanlar kafamı masaya koyup çat diye uyuyordum. Şimdi acayip yemekler de var. Millet yaşıyor orda. Haftasonu rahatlığım gider ve işlerin çoğunu bitirmiş olursam ben de kalırım. Şimdilik burada yaşıyorum:


Annem çalışmam için kapıya pencereye vurmaya başladı. Bunu en son öss zamanında yapmıştı sanırım. Artık jüri için son hazırlığıma başlamam gerek. Bikaç gündür içimde, etrafımdaki stresli insanları daha da sinir eden bi mutluluk var. O kadar iş var ve ben o kadar huzurluyum ki. Sanırım haftaya hayatın bana güzel olacağı düşüncesi beni böyle yapıyor. Haftaya nasıl olurum kimbilir. Zıplayarak uyurum işte, biliyorum!


Bu da çiçekli ayakkabılar.

20110516

Buraya daha fazla projeli yazı yazmamak için yazmıyorum bugünlerde. Çünkü bugünlerde yazabileceğim tek yazı projeli yazı. Çünkü bugünlerde yaptığım tek şey proje. Fakat o kadar projenin içinde olmama rağmen, hala, 'sen projene dışardan bakıyosun betül, ben senden daha çok içindeyim.' diyen hocalarım var. Projemin içine daha nasıl girerim bilmiyorum. Düşünüyorum da. Belki de projemin içine fazla girip, diğer taraftan çıkmışımdır. Ancak o şekilde projemin dışında olurum. Yoksa yeterince içli dışlıyız. Bu kadar içli dışlı olup herkesten geri kalmam aklımda biraz soru işareti yaratıyor. Acaba az mı içli dışlıyım? Sanmıyorum. The kanks efnan günde iki film izleyerek sona geldi. Kızın kafası çalışıyor ama. Acaba benim çalışmıyor mu? Bilmiyorum.
Bu okula başlamadan bir gün önce. 4 ekimde. Pazar gecesi. Bi kağıda kocaman 'elimden geleni yapacağım!' yazdım. En sevdiğim dosyamın içine koydum. İşte tam da bu yüzden projemin bu kadar içindeyim. Sözümü tuttuğuma seviniyorum. İyi bir içmimar olmak istiyorum. Çok istiyorum. O yüzden olurum da. Sadece bugünlerde biraz fazla zorlanıyorum.
Ama az kaldı. 7 haziran gecesi, jürim nasıl geçmiş olursa olsun, çığlık atarak, zıplayarak uyuyacağım. Sadece biraz daha dişimi sıkıp, elimden geleni yapmaya devam etmem gerek.

20110428

Zaman hızlıca erisin ve 8 Haziran'a gelelim istiyorum. Ya da 7 Haziran'da çekineceğim umarım yine bol sırıtmalı olacak olan şu fotoğraftan hemen sonraya da olabilir.















Çünkü bu proje dersi beni çok yoruyor. Jüriler çok geriyor. Üçgenler, köşeli mekanlar çok sinirlendiriyor.
Neyse ki moralim bozuk olduğunda bana en sevdiğim şarkıları çalıp süprizler yapan bir ipodum var.

20110420

kahırlarım ve travis

"Travis türkiye'ye konsere geliyor!!!" haberi, evrenin önüme sürekli Genova'ya gitmemi engelleyen sorunlar çıkarması sonucu oluşan büyük kahrımı aldı götürdü. Proje dersinden dolayı sürekli artan kahırlarımı da aldı. Kahırlarım gidince evde şuursuzca eblek bir sırıtmayla bir sola bir sağa gitmeye başladım. Yolda hoplayarak yürüdüğümü ise, bi arkadaşım bana "betül neden hopluyorsun?" diye sorduğunda farkettim. Omzundan tutup salladım onu, çok sinirlenmiştim. NİYE Mİ HOPLUYORUM! Tanrıaşkına niye mi hopluyorum! Kahırlarım gitti dostum! Travis geliyorr!! Ondan hopluyorum.

20110418

gülmelik kuş.


Ehehe. Şu kuşun komikliğine bakın bi hele.
Tek ayağı üzerinde durmuş, göbeğini taşıyor. ehehe.
Bi de kırıtmış, böyle yandan bakmalar falan.

ŞEY. bişey dicem. Ben çektim bu fotoğrafı. Çektiğimden beri mütemadiyen bakıp gülüyorum. Demin masaüstüme koydum.
BELKİ YARIN TİŞÖRT BASTIRIRIM.
şaka şaka.
AMA ÇOK TATLI LAN!
Bilmiyorum belki bastırırım.

20110411

bulutlar


Birinin bu kıza bulutların kopartılmaması gerektiğini öğretmesi lazım.
Çünkü, bilirsin. Bulutlar kopartılmaz, sevilir.

20110410


Merhaba.
Burası Genova.
Seneye sokaklarında fink atmayı düşünüyorum.
Zaten evleri, yani. Ne biliyim. Rengarenk lan.
Öyle şehir mi olurmuş hiç.
eheh.

20110407


bilirsin. başım bazen göğe eriyor.

20110406

ses.

21 Mart 2011

Dün çok güzel bi ses duydum. Aman allahım. O nasıl sesti öyle. Saatlerce konuşsun istedim. Ayrıca mantıklı da konuşuyodu. Böylesi zor bulunur azizim. Hele hele. HELE. En çok istediğim surata sahipti ses. Sağdan baktım, soldan baktım. Vay anasını. Döndüm bi daha baktım. Gözlerimi kırpıştırdım. O surattan iki tane mi varmış dedim. Şaşkınlığımı gizleyemiyordum. Kesin kardeşi olmalı dedim. Ya da kuzeni. Çok heyecanlandım, soramadım. Sesi o kadar güzeldi ki ve suratını o kadar özlemiştim ki, hiç yanından ayrılmak istemedim. Ayrılınca onu da bir daha göremeyeceğimden korkuyordum. Programa göre saat dokuzbuçukta ayrılacaktık ve işte. Akşam olmuştu. Artık arkamı dönüp merdivenlerden inmem gerekiyordu. Sesini birkaç gün daha hatırlayabilmeyi diledim ve dar koridorda yürümeye başladım. Arkamdan bana bakıyor mu acaba diye düşünürken son basamağı da inmiştim.

Ve işte. Bugün sesini hatırlamıyorum; ama suratı. Suratını hiç unutmadım ki zaten.


(bi önceki yazıdaki fotoğraflar tıklayınca çok güzel olmuyormuş. çok güzel olmadığı için okunmuyor. o yüzden en sondakini yazayım dedim.)

20110405

kağıt.

bloglar kapatılınca, kağıda daha çok yazmaya başladım ben. şimdi açıldı. o yüzden kağıda yazdığım bikaç şeyi buraya koymak istedim.
üzerlerine tıklayın. ÖYLE ÇOK GÜZEL OLUYO!
ayrıca yazım hakkındaki gerçekleri, "yemek alanı"nı "yemek tabağı" diye okuyup, üzerini çizen bi hocam sayesinde öğrendim. daha sonra ablam ve arkadaşı onu "yemek platosu" ya da "yemek plazası" olarak okudu. yani, okuyamadığınız bi yer olursa, bana sorabilirsiniz. alınmam ehe.


































hüzünlü kardanadam.














20110309

burayı seviyorum. hazır açılmışken söyliyim dedim. birazdan kapanır çünkü. ayarlarla oynamak ya da burayı başka bir yere taşımak yerine tumblr'a geçiyorum. yine göğe bakmaya devam edelim diye ismine göğe bakma durağı koyucam.
sana gelince blogspot, görüşücez yine.

20110225

şeker


bu güzel kız benim ablam.
ismi beyza.
merhaba diyin.
çünkü bugün onun doğumgünü.





şeker gibi bi hayatın olsun. :)