20111011

sakarlıklar

Merhaba.

Bu eve taşınalı 3 hafta oldu. Evin ilk bulaşığını yıkarken kırdığım koca bi kavanozdan sonra, birkaç gün önce evin antikalarından saydığımız büyük, içi çiçek dolu pembe vazoyu kırdım. Pembe vazoyu kırdıktan sonra sevindiğimiz şey, pembe vazonun altındaki antika sehpanın sağlam olmasıydı -çünkü onun devrilme anını görüp antika sehpayı tutmuştum!- Ve yere, -nasıl oldu hiç anlayamadık- hiç toprak dökülmemişti. Ve tekrar -nasıl oldu anlayamadık- çiçekler hala vazonun içindeydi! Ya bu evde gizemli şeyler oluyordu -çünkü çiçekler hala vazonun içindeydi ama aynı zamanda yerde kırılmış bir vazo vardı- ya da çiçekleri iki tane vazonun içine koymuş bir ev sahibimiz vardı. Kırılan vazonun içte mi dışta mı olduğunu tartışırken ben, hedefimin gittikçe büyüdüğünü farkediyordum. Ev sahibi akıllı kadındı. Ben bu sakarlıklara devam edersem eşyalarının azaldığını farkedecekti ve ben evde bir şeyler kıran tek kişiydim. Kesin başıma bir iş gelecekti. Kendimi toparlamalıydım. Girişteki dolapta duran fincan takımından çok korkuyordum. O tarafa genelde gitmiyordum. Öbür taraftan odalara giriyordum. Eksikliği farkedilirdi, en çok ondan korkuyordum; ama korkmam gereken daha başka şeyler varmış.... Ayrıca oturduğum sandalyede de bi bozukluk vardı. Sanki alttan bir parçası önceden olmadığı bir yere kaymış... Nasıl oldu bilmiyorum. Ben tabaklardan, fincan takımlarından ve antika kaplardan, şamdanlardan -çünkü tanrım ev ıvır zıvır dolu- kaçarken, evin kırılabilecek en büyük parçasını kıracağımı bilmiyordum. KAPIYI! Demin arkadaşımı evden uğurlamıştım ki -çünkü bilirsiniz maalesef türkler misafirini kapıya kadar geçirir- kapıyı kapattım. Ama o da nesi. Kapı kapanmıyor! İttiriyorum ittiriyorum yok! Şimdi gel de ev arkadaşlarına söyle kapıyı kırdım, gecenin bu vakti kapanmıyor diye. Üstelik bikaç gün önce de vazoyu kırmışım. O may gad o may gad diye bağrışarak sorunu çözdük. Nasıl olduğunu yine anlayamadım ama kapının dışından bir parçayı kırmışım, resmen boylu boyunca yerinden çıkmış parça. Ancak dışardan birisi o parçayı kapı ağzından çekince kapanıyor. O parçayla oynayınca bu sefer içteki parça elimde kaldı! O da yarısına kadar çıktı. Ben işlerin bu hale nasıl geldiğini düşünürken, ispanyol karşimiz akıllı çıktı da koca selobantla parçaları yapıştırdı. Artık kapımız kapanıyor. Bundan sonra kıracak daha büyük bir şey yok sanırım, o yüzden rahatım. Ama ev sahibi kesin o bantları görücek! OF

20111009

prenses

Teyzesi küçükken Kız'ı hep prenses'im diye çağırırdı. Uzun ve dalgalı saçları, yumuşak ve sessiz ses tonu, kibar ve sakin hareketleri, teyzesine hep bir prensesi andırırdı. Küçük Kız o zamanlar bir prenses olmadığını biliyordu; ama büyüyünce kesinlikle bir prensese dönüşecekti.
O gün Kız, yanında ne konuştuğunu bilmediği 2 kızla daha önce hiç gitmediği ama hep duyduğu büyük Şehre gitmişti. Bu büyük Şehirde yine ne konuştuğunu anlayamadığı 2 kızla tanıştı. Birini çok sevdi Kız, diğerini sevmedi. Sevdiği kızın fotoğraf makinesinin kapağını çok fıskiyeli havuza düşürdü, hemen kendisininkini çıkarıp, sevdiği kıza verdi. Çünkü fotoğraf makineleri aynıydı. Sevdiği kız kabul etmedi, ama gülümsedi, o da onu seviyordu. Artık o kızın konuştuklarını anlayabiliyordu. Hiç durmadan hızlı hızlı konuşurken Kız, çok heyecanlanıp sevmediği kızın birasının üzerine oturdu. Tüm poposu bira olmuştu. Üstelik üzerinde sarı bir pantalon vardı. Sevmediği kız bi, çok fıskiyeli havuza düşen bira bardağına, bi de Kız'a sevmemeli bakışlar atarken, sevdiği kız bi sarı pantalonun poposuna, bi de Kız'a kahkahalı bakışlar atıyordu. Kız da bi arkasını dönüp artık sarı olmayan poposuna bakmaya çalışıyor, bi sevmediği kıza üzüntülü bakışlar atıyor, bi yandan da sevdiği kızla kahkahalar atıyordu. Daha sonra, bu büyük Şehrin yüksek bi binasının çatı katında yaşayan sevdiği kızın evine gittiler hep birlikte. Evden gözüken büyük çan kulesi bir kez gong edinceye kadar oturdular. Kız, sevdiği kızın saç kurutma makinesiyle poposunu kurutmuş olmasına rağmen, hala üşüyordu. Ama artık yavaş yavaş ne konuştuklarını anlamaya başlamıştı. Evet, poposu üşüyordu; ama kız mutluydu. Çatı katından büyük Şehre bakarken, yavaş yavaş prensese dönüştüğünü düşündü. Poposunda bira olduğunu düşünmemeye çalışıyordu; çünkü prenseslerin asla biralı popoları olmazdı. Ama saçları hala dalgalıydı, yumuşak bir ses tonu ve kibar hareketleri vardı. Büyük çan kulesi bir kez gong edince sevdiği kızla sarılıp ayrıldılar, her şey için teşekkür ettiler. Büyük Şehrin büyük karanlığında yürürken ve yanındaki kızların söylediklerini artık anlarken, Kız prensesliğe hiç bu kadar yaklaşmadığını düşünüyordu. Ertesi sabah bir prenses olarak uyanacağından o kadar emindi ki! Neredeyse teyzesini arayıp müjdeli haberi verecekti.
Sabah oldu, Kız gözlerini açtı ve prenses değildi -çünkü tanrı aşkına prensesler 6 kişilik odalarda uyanmazlardı!- ama hala mutluydu. Birgün prenses olacağını biliyordu ve o gün de, büyük Şehrin büyük bir müzesinde kitaplarla dolu büyük odada bunun için elinden geleni yapmaya devam etti.